Zâriyât Suresi / 1
وَالذَّارِيَاتِ ذَرْوًا
Diyanet: Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
Diyanet Vakfı: Tozdurup savuranlara,
E. Hamdi Yazır: O tozdurup savuranlara,
Zâriyât Suresi / 2
فَالْحَامِلَاتِ وِقْرًا
Diyanet: Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
Diyanet Vakfı: Yükünü yüklenenlere,
E. Hamdi Yazır: Derken bir ağırlık taşıyanlara,
Zâriyât Suresi / 3
فَالْجَارِيَاتِ يُسْرًا
Diyanet: Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
Diyanet Vakfı: Kolayca süzülenlere,
E. Hamdi Yazır: Derken bir kolaylıkla akanlara,
Zâriyât Suresi / 4
فَالْمُقَسِّمَاتِ أَمْرًا
Diyanet: Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
Diyanet Vakfı: İşleri ayıranlara andolsun ki,
E. Hamdi Yazır: Derken bir emir taksim edenlere andolsun ki,
Zâriyât Suresi / 5
إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌ
Diyanet: Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
Diyanet Vakfı: Size vâdedilen, kesinlikle doğrudur.
E. Hamdi Yazır: O size vaad edilen elbette doğrudur.
Zâriyât Suresi / 6
وَإِنَّ الدِّينَ لَوَاقِعٌ
Diyanet: Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
Diyanet Vakfı: Ve ceza mutlaka vuku bulacaktır.
E. Hamdi Yazır: Ceza ve hesap günü şüphesiz olacaktır.
Zâriyât Suresi / 7
وَالسَّمَاءِ ذَاتِ الْحُبُكِ
Diyanet: Yollara (yıldızların dolaştığı yörüngelere) sahip göğe andolsun ki, muhakkak siz, (peygamber hakkında) çelişkili sözler söylüyorsunuz.
Diyanet Vakfı: İçinde yörüngeleri olan göğe andolsun ki,
E. Hamdi Yazır: Yollara sahip göğe andolsun ki,
Zâriyât Suresi / 8
إِنَّكُمْ لَفِي قَوْلٍ مُخْتَلِفٍ
Diyanet: Yollara (yıldızların dolaştığı yörüngelere) sahip göğe andolsun ki, muhakkak siz, (peygamber hakkında) çelişkili sözler söylüyorsunuz.
Diyanet Vakfı: Siz çelişkili sözler söylüyorsunuz.
E. Hamdi Yazır: Siz elbette çelişkili sözler içindesiniz.
Zâriyât Suresi / 9
يُؤْفَكُ عَنْهُ مَنْ أُفِكَ
Diyanet: Ondan (Peygamber'den) çevrilen çevrilir.
Diyanet Vakfı: Ondan (Kur'an'dan veya imandan) dönen döndürülür (engellenmez).
E. Hamdi Yazır: Ondan çevrilen (imana) çevrilir.
Zâriyât Suresi / 10
قُتِلَ الْخَرَّاصُونَ
Diyanet: Cehalet içinde gaflete dalmış olan (ve "Muhammed şairdir, delidir" diyen) yalancılar kahrolsun!
Diyanet Vakfı: Kahrolsun o koyu yalancılar!
E. Hamdi Yazır: Kahrolsun (o fikir adına) kendi tahminlerini ileri sürenler!
Zâriyât Suresi / 11
الَّذِينَ هُمْ فِي غَمْرَةٍ سَاهُونَ
Diyanet: Cehalet içinde gaflete dalmış olan (ve "Muhammed şairdir, delidir" diyen) yalancılar kahrolsun!
Diyanet Vakfı: Onlar koyu bir cehalet içerisinde kalmış gafillerdir.
E. Hamdi Yazır: Onlar bir sarhoşluk ve cehalet içinde şuursuzdurlar.
Zâriyât Suresi / 12
يَسْأَلُونَ أَيَّانَ يَوْمُ الدِّينِ
Diyanet: "Ceza günü ne zaman?" diye sorarlar.
Diyanet Vakfı: Ceza gününün ne zaman olduğunu sorarlar.
E. Hamdi Yazır: Onlar: "Hesap ve ceza günü ne zaman?" diye soruyorlar.
Zâriyât Suresi / 13
يَوْمَ هُمْ عَلَى النَّارِ يُفْتَنُونَ
Diyanet: Ateş üzerinde azaba uğratılacakları gün (görevli melekler onlara şöyle der): "Azabınızı tadın! İşte acele isteyip durduğunuz şey budur."
Diyanet Vakfı: O gün onlar ateşe sokulacaklardır.
E. Hamdi Yazır: O gün, onların ateş üzerinde azap görecekleri gündür.
Zâriyât Suresi / 14
ذُوقُوا فِتْنَتَكُمْ هَذَا الَّذِي كُنْتُمْ بِهِ تَسْتَعْجِلُونَ
Diyanet: Ateş üzerinde azaba uğratılacakları gün (görevli melekler onlara şöyle der): "Azabınızı tadın! İşte acele isteyip durduğunuz şey budur."
Diyanet Vakfı: Azabınızı tadın! Acele gelmesini beklediğiniz şey budur işte! (denir.)
E. Hamdi Yazır: Onlara: "Tadın inkarınızın cezasını, işte sizin acele istediğiniz budur!" denecektir.
Zâriyât Suresi / 15
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ
Diyanet: Şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunurlar. Şüphesiz onlar bundan önce iyilik yapan kimselerdi.
Diyanet Vakfı: Şüphesiz ki Allah'a isyandan sakınanlar, cennetlerde ve pınar başlarında bulunacaklar.
E. Hamdi Yazır: Şüphesiz ki takva sahipleri cennet bahçelerinde ve pınar başlarında bulunacaklardır.
Zâriyât Suresi / 16
آخِذِينَ مَا آتَاهُمْ رَبُّهُمْ إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَلِكَ مُحْسِنِينَ
Diyanet: Şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunurlar. Şüphesiz onlar bundan önce iyilik yapan kimselerdi.
Diyanet Vakfı: Rablerinin kendilerine verdiğini alarak . Kuşkusuz onlar, bundan önce dünyada güzel davrananlardı.
E. Hamdi Yazır: Rablerinin kendilerine verdiği sevabı almış olarak. Çünkü onlar bundan önce iyilik yapıyorlardı.
Zâriyât Suresi / 17
كَانُوا قَلِيلًا مِنَ اللَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ
Diyanet: Geceleri pek az uyurlardı.
Diyanet Vakfı: Geceleri pek az uyurlardı.
E. Hamdi Yazır: Onlar geceleyin pek az uyurlardı.
Zâriyât Suresi / 18
وَبِالْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
Diyanet: Seherlerde bağışlama dilerlerdi.
Diyanet Vakfı: Seher vakitlerinde de istiğfar ederlerdi.
E. Hamdi Yazır: Onlar seher vakitlerinde Allah'tan bağışlanma dilerlerdi.
Zâriyât Suresi / 19
وَفِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ
Diyanet: Mallarında (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum olanlar için bir hak vardır.
Diyanet Vakfı: Mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı.
E. Hamdi Yazır: Onların mallarında isteyen ve istemeyen yoksullar için bir hak vardı.
Zâriyât Suresi / 20
وَفِي الْأَرْضِ آيَاتٌ لِلْمُوقِنِينَ
Diyanet: Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?
Diyanet Vakfı: Kesin olarak inananlar için yeryüzünde âyetler vardır.
E. Hamdi Yazır: Kesin olarak inananlar için, yeryüzünde nice ibretler vardır.
Zâriyât Suresi / 21
وَفِي أَنْفُسِكُمْ أَفَلَا تُبْصِرُونَ
Diyanet: Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?
Diyanet Vakfı: Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz?
E. Hamdi Yazır: Ve kendi nefislerinde. Hiç görmüyor musunuz?
Zâriyât Suresi / 22
وَفِي السَّمَاءِ رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ
Diyanet: Gökte rızkınız ve size vaad olunan şeyler vardır.
Diyanet Vakfı: Semada da rızkınız ve size vâdedilen başka şeyler vardır.
E. Hamdi Yazır: Sizin rızkınız da size vaad edilen sevap ve ceza da göktedir.
Zâriyât Suresi / 23
فَوَرَبِّ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ إِنَّهُ لَحَقٌّ مِثْلَ مَا أَنَّكُمْ تَنْطِقُونَ
Diyanet: Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki o (size va'dolunanlar), sizin konuşmanız gibi gerçektir.
Diyanet Vakfı: Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki bu vaad, sizin konuşmanız gibi kesin ve gerçektir.
E. Hamdi Yazır: Gök ve yerin Rabbine andolsun ki size edilen o vaad, herhalde haktır. O tıpkı sizin konuşmanız gibi gerçektir.
Zâriyât Suresi / 24
هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ الْمُكْرَمِينَ
Diyanet: (Ey Muhammed!) İbrahim'in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi?
Diyanet Vakfı: İbrahim'in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi? (Bunlar meleklerdi.)
E. Hamdi Yazır: Ey Muhammed! İbrahim'in şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi?
Zâriyât Suresi / 25
إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا قَالَ سَلَامٌ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ
Diyanet: Hani onlar, İbrahim'in yanına varmışlar ve "Selâm olsun sana!" demişlerdi. O da "Size de selâm olsun." demiş, "Bunlar tanınmamış (yabancı) kimseler" (diye düşünmüştü).
Diyanet Vakfı: Onlar İbrahim'in yanına girmişler, selam vermişlerdi. İbrahim de selamı almış, içinden, "Bunlar, yabancılar" demişti.
E. Hamdi Yazır: Hani onlar İbrahim'in huzuruna girmişlerdi de "Selam sana!" demişlerdi. İbrahim: "Size de selam" demiş, ve içinden: "Bunlar tanınmamış bir topluluk!" diye geçirmişti.
Zâriyât Suresi / 26
فَرَاغَ إِلَى أَهْلِهِ فَجَاءَ بِعِجْلٍ سَمِينٍ
Diyanet: Hissettirmeden ailesinin yanına gidip, (pişirilmiş) semiz bir buzağı getirdi.
Diyanet Vakfı: Hemen ailesinin yanına giderek semiz bir dana (kebabını) getirmiş,
E. Hamdi Yazır: İbrahim, sonra ailesine giderek semiz bir buzağı (eti) getirdi.
Zâriyât Suresi / 27
فَقَرَّبَهُ إِلَيْهِمْ قَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ
Diyanet: Onu önlerine koydu. "Yemez misiniz?" dedi.
Diyanet Vakfı: Onların önüne koyup "Yemez misiniz?" demişti.
E. Hamdi Yazır: Onu önlerine sürerek: "Yemez misiniz?" dedi.
Zâriyât Suresi / 28
فَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً قَالُوا لَا تَخَفْ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَامٍ عَلِيمٍ
Diyanet: (Yemediklerini görünce) onlardan İbrahim'in içine bir korku düştü. Onlar, "korkma" dediler ve onu bilgin bir oğul ile müjdelediler.
Diyanet Vakfı: Derken onlardan korkmaya başladı. "Korkma" dediler ve ona bilgin bir oğlan çocuğu müjdelediler.
E. Hamdi Yazır: Yemediklerini görünce onlardan içine bir korku düştü. Onlar İbrahim'e: "Korkma!" dediler ve onu çok bilgili bir oğul ile müjdelediler.
Zâriyât Suresi / 29
فَأَقْبَلَتِ امْرَأَتُهُ فِي صَرَّةٍ فَصَكَّتْ وَجْهَهَا وَقَالَتْ عَجُوزٌ عَقِيمٌ
Diyanet: Bunun üzerine karısı bir çığlık kopararak yönelip elini yüzüne vurdu. "Ben kısır bir kocakarıyım (nasıl çocuğum olabilir?)" dedi.
Diyanet Vakfı: Karısı çığlık atarak geldi. Elini yüzüne çarparak: "Ben kısır bir kocakarıyım!" dedi.
E. Hamdi Yazır: Bunun üzerine karısı (Sâre) bir çığlık atarak geldi ve elini yüzüne vurarak: "Ben kısır bir kocakarıyım, nasıl çocuğum olur?" dedi.
Zâriyât Suresi / 30
قَالُوا كَذَلِكِ قَالَ رَبُّكِ إِنَّهُ هُوَ الْحَكِيمُ الْعَلِيمُ
Diyanet: Onlar dediler ki: "Rabbin böyle buyurdu. Şüphesiz O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir."
Diyanet Vakfı: Onlar: "Bu böyledir. Rabbin söylemiştir. O, hikmet sahibidir, bilendir" dediler.
E. Hamdi Yazır: Misafir melekler: "Evet bu böyledir. Rabbin böyle buyurdu. Gerçekten O hüküm ve hikmet sahibidir. Herşeyi hakkıyla bilir." dediler.
Zâriyât Suresi / 31
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ
Diyanet: İbrahim, onlara: "O hâlde asıl işiniz nedir ey elçiler?" dedi.
Diyanet Vakfı: (İbrahim:) O halde işiniz nedir, ey elçiler? dedi.
E. Hamdi Yazır: İbrahim, kendisine misafir olarak gelen meleklere: "Acaba sizin asıl önemli işiniz nedir ey elçiler?" dedi.
Zâriyât Suresi / 32
قَالُوا إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَى قَوْمٍ مُجْرِمِينَ
Diyanet: Onlar şöyle dediler: "Biz suçlu bir kavme (Lût'un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik."
Diyanet Vakfı: "Biz, dediler, suçlu bir kavme gönderildik."
E. Hamdi Yazır: Onlar: "Gerçekten biz günahkâr bir kavim (olan Lût kavmine) gönderildik.
Zâriyât Suresi / 33
لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ طِينٍ
Diyanet: Onlar şöyle dediler: "Biz suçlu bir kavme (Lût'un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik."
Diyanet Vakfı: "Üzerlerine çamurdan taş yağdırmaya (geldik)."
E. Hamdi Yazır: Onların üzerine çamurdan pişirilmiş sert taşlar yağdıracağız.
Zâriyât Suresi / 34
مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِفِينَ
Diyanet: Onlar şöyle dediler: "Biz suçlu bir kavme (Lût'un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik."
Diyanet Vakfı: (Bu taşlar,) aşırı gidenler için Rabbinin katında işaretlenmiş (taşlardır).
E. Hamdi Yazır: O taşlardan herbirinin haddi aşanlardan kime isabet edeceği Rabbin katında işaretlenmiştir." dediler.
Zâriyât Suresi / 35
فَأَخْرَجْنَا مَنْ كَانَ فِيهَا مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
Diyanet: Orada (Lût'un yöresinde) bulunan mü'minleri çıkardık.
Diyanet Vakfı: Bunun üzerine orada bulunan müminleri çıkardık.
E. Hamdi Yazır: Nihayet biz müminlerden orada bulunan kimseleri çıkardık.
Zâriyât Suresi / 36
فَمَا وَجَدْنَا فِيهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِمِينَ
Diyanet: Zaten orada bir ev halkından başka müslüman bulamadık.
Diyanet Vakfı: Zaten orada müslümanlardan, bir ev halkından başka kimse bulmadık.
E. Hamdi Yazır: Fakat biz orada müslümanlardan bir ev halkından başka kimseyi de bulamadık.
Zâriyât Suresi / 37
وَتَرَكْنَا فِيهَا آيَةً لِلَّذِينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْأَلِيمَ
Diyanet: Orada, elem dolu azaptan korkacaklar için bir ibret bıraktık.
Diyanet Vakfı: Acı azaptan korkanlar için orada bir işaret bıraktık.
E. Hamdi Yazır: Biz orada acı bir azabdan korkan kimseler için bir ibret nişanesi bıraktık.
Zâriyât Suresi / 38
وَفِي مُوسَى إِذْ أَرْسَلْنَاهُ إِلَى فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ
Diyanet: Mûsâ kıssasında da ibret vardır. Hani biz onu açık bir delil ile Firavun'a göndermiştik.
Diyanet Vakfı: Musa'da da (ibretler vardır). Onu apaçık bir delil ile Firavun'a göndermiştik.
E. Hamdi Yazır: Musa'nın kıssasında da ibret vardır. Hani biz onu apaçık bir delille Firavun'a göndermiştik.
Zâriyât Suresi / 39
فَتَوَلَّى بِرُكْنِهِ وَقَالَ سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ
Diyanet: O ise kuvvetine güvenerek yüz çevirdi ve "Bu bir büyücü veya delidir" dedi.
Diyanet Vakfı: Firavun ordusuyla birlikte yüz çevirmiş: "O, bir büyücüdür veya bir delidir" demişti.
E. Hamdi Yazır: Firavun ise ordusuyla birlikte yüz çevirmiş, onun hakkında: "Bu bir sihirbazdır, ya da bir delidir." demişti.
Zâriyât Suresi / 40
فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُلِيمٌ
Diyanet: Bunun üzerine biz de kendisini ve ordularını yakalayıp denize attık. O ise (pişman olmuş), kendini kınıyordu.
Diyanet Vakfı: Nihayet onu da ordularını da yakalayıp denize attık, bu sırada kendini kınayıp duruyordu.
E. Hamdi Yazır: Nihayet biz onu ve ordularını yakalayıp hepsini denize attık. Firavun ise o sırada (inadından dolayı pişmanlık duyarak) kendi kendini kınıyordu.
Zâriyât Suresi / 41
وَفِي عَادٍ إِذْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرِّيحَ الْعَقِيمَ
Diyanet: Âd kavminde de ibretler vardır. Hani onların üzerine köklerini kesen rüzgârı göndermiştik.
Diyanet Vakfı: Ad kavminde de (ibretler vardır). Onlara kasıp kavuran rüzgârı göndermiştik.
E. Hamdi Yazır: Âd kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani biz onların üzerine köklerini kesecek bir rüzgar göndermiştik.
Zâriyât Suresi / 42
مَا تَذَرُ مِنْ شَيْءٍ أَتَتْ عَلَيْهِ إِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّمِيمِ
Diyanet: Üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül ediyordu.
Diyanet Vakfı: Üzerinden geçtiği şeyi canlı bırakmıyor, onu kül edip savuruyordu.
E. Hamdi Yazır: O rüzgar üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül gibi dağıtıyordu.
Zâriyât Suresi / 43
وَفِي ثَمُودَ إِذْ قِيلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتَّى حِينٍ
Diyanet: Semûd kavminde de ibretler vardır. Hani onlara, "Bir süreye kadar faydalanın bakalım" denmişti.
Diyanet Vakfı: Semûd kavminde de (ibretler vardır). Onlara: Bir süreye kadar faydalanın, denmişti.
E. Hamdi Yazır: Semud kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani onlara: "Belirli bir süreye kadar dünyadan yararalanıp, geçinin!" denmişti.
Zâriyât Suresi / 44
فَعَتَوْا عَنْ أَمْرِ رَبِّهِمْ فَأَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنْظُرُونَ
Diyanet: Derken Rablerinin emrinden uzaklaşıp azmışlardı. Bu yüzden bakınıp dururken kendilerini yıldırım çarpıvermişti.
Diyanet Vakfı: Rablerinin emrine karşı geldiler. Bu yüzden, bakıp dururlarken onları yıldırım çarpıverdi.
E. Hamdi Yazır: Onlarsa Rablerinin emrine karşı büyüklük tasladılar. Bunun üzerine kendilerini, bakıp dururlarken yıldırım yakalayıp, çarptı.
Zâriyât Suresi / 45
فَمَا اسْتَطَاعُوا مِنْ قِيَامٍ وَمَا كَانُوا مُنْتَصِرِينَ
Diyanet: Artık, ne yerlerinden kalkmaya güçleri yetti, ne de başkasından yardım görebildiler.
Diyanet Vakfı: Ayağa kalkacak güçleri kalmamış, yardım edenleri de olmamıştı.
E. Hamdi Yazır: Artık onlar, ne kendi kendilerine ayağa kalkabildiler, ne de yardım gördüler.
Zâriyât Suresi / 46
وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ
Diyanet: Bunlardan önce de Nûh kavmini helâk etmiştik. Çünkü onlar fâsık bir toplum idiler.
Diyanet Vakfı: Bunlardan önce de Nuh kavmini helâk etmiştik. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir toplum idiler.
E. Hamdi Yazır: Daha önce de Nuh kavmini helâk etmiştik. Çünkü onlar yoldan çıkmış fâsık bir kavimdiler.
Zâriyât Suresi / 47
وَالسَّمَاءَ بَنَيْنَاهَا بِأَيْدٍ وَإِنَّا لَمُوسِعُونَ
Diyanet: Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye) gücümüz yeter.
Diyanet Vakfı: Göğü kendi ellerimizle biz kurduk ve biz (onu) elbette genişleticiyiz.
E. Hamdi Yazır: Biz göğü kudretimizle bina ettik. Hiç şüphesiz biz, çok genişlik ve kudret sahibiyiz.
Zâriyât Suresi / 48
وَالْأَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ
Diyanet: Yeri de biz döşedik. Biz ne güzel döşeyiciyiz.
Diyanet Vakfı: Yeri de döşedik. (Bak) ne güzel döşeyiciyiz!
E. Hamdi Yazır: Yeryüzünü de biz döşedik. Bakın biz onu ne güzel döşüyoruz!
Zâriyât Suresi / 49
وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Diyanet: Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.
Diyanet Vakfı: Her şeyden de çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt alasınız.
E. Hamdi Yazır: Biz herşeyden iki çift yarattık. Umulur ki, iyice düşünürsünüz.
Zâriyât Suresi / 50
فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ إِنِّي لَكُمْ مِنْهُ نَذِيرٌ مُبِينٌ
Diyanet: O hâlde Allah'a koşun. Şüphesiz ben, size O'nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.
Diyanet Vakfı: O halde Allah'a koşun. Çünkü ben, size O'nun katından (gelmiş) açık bir uyarıcıyım.
E. Hamdi Yazır: Ey Muhammed! de ki: "Öyleyse Allah'a koşun, gerçekten ben size O'nun tarafından gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım.
Zâriyât Suresi / 51
وَلَا تَجْعَلُوا مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ إِنِّي لَكُمْ مِنْهُ نَذِيرٌ مُبِينٌ
Diyanet: Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin. Gerçekten ben, size, Allah tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.
Diyanet Vakfı: Allah ile beraber başka bir tanrı edinmeyin. Zira ben size O'nun tarafından (gelmiş) açık bir uyarıcıyım.
E. Hamdi Yazır: Allah'la beraber başka bir tanrı uydurmayın (O'na ortak koşmayın). Gerçekten ben size O'nun tarafından gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım."
Zâriyât Suresi / 52
كَذَلِكَ مَا أَتَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ رَسُولٍ إِلَّا قَالُوا سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ
Diyanet: İşte böyle! Onlardan öncekilere hiçbir peygamber gelmemişti ki, "O bir büyücüdür" yahut "bir delidir" demiş olmasınlar.
Diyanet Vakfı: İşte böylece, onlardan öncekilere her hangi bir peygamber geldiğinde hemen: O, bir büyücüdür veya delidir, dediler.
E. Hamdi Yazır: Böylece onlardan öncekilere de herhangi bir peygamber gelince, onun hakkında da mutlaka: "Bir sihirbazdır veya bir delidir." dediler.
Zâriyât Suresi / 53
أَتَوَاصَوْا بِهِ بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ
Diyanet: Onlar bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler (ki hep aynı şeyleri söylüyorlar)? Hayır, onlar azgın bir topluluktur.
Diyanet Vakfı: Bunu (nesilden nesile) birbirlerine vasiyet mi ettiler? Doğrusu onlar azgın bir topluluktur.
E. Hamdi Yazır: Onlar birbirlerine bunu mu tavsiye ettiler? Hayır onlar azgın bir kavimdir.
Zâriyât Suresi / 54
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ فَمَا أَنْتَ بِمَلُومٍ
Diyanet: Onun için, onlardan yüz çevir. Artık kınanacak değilsin.
Diyanet Vakfı: Artık onlara aldırma. (Davete uymamalarından dolayı) sen kınanacak değilsin.
E. Hamdi Yazır: Ey Muhammed! Sen onlardan yüz çevir. Artık sen kınanacak değilsin.
Zâriyât Suresi / 55
وَذَكِّرْ فَإِنَّ الذِّكْرَى تَنْفَعُ الْمُؤْمِنِينَ
Diyanet: Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt mü'minlere fayda verir.
Diyanet Vakfı: Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt müminlere fayda verir.
E. Hamdi Yazır: Sen öğüt verip hatırlat. Çünkü, hatırlatmak müminlere fayda verir.
Zâriyât Suresi / 56
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنْسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Diyanet: Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
Diyanet Vakfı: Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
E. Hamdi Yazır: Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.
Zâriyât Suresi / 57
مَا أُرِيدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَا أُرِيدُ أَنْ يُطْعِمُونِ
Diyanet: Ben, onlardan bir rızık istemiyorum. Bana yedirmelerini de istemiyorum.
Diyanet Vakfı: Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum.
E. Hamdi Yazır: Ben onlardan herhangi bir rızık istemiyorum. Beni yedirmelerini de istemiyorum.
Zâriyât Suresi / 58
إِنَّ اللَّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ
Diyanet: Şüphesiz Allah rızık verendir, güçlüdür, çok kuvvetlidir.
Diyanet Vakfı: Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır.
E. Hamdi Yazır: Şüphesiz ki, rızık veren O sağlam kuvvet sahibi olan Allah'tır.
Zâriyât Suresi / 59
فَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا ذَنُوبًا مِثْلَ ذَنُوبِ أَصْحَابِهِمْ فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ
Diyanet: Şüphesiz zulmedenler için (önceki müşrik) arkadaşlarının azap payı gibi payları vardır. Artık azabımı acele istemesinler.
Diyanet Vakfı: Muhakkak ki bu zulmedenlerin de, geçmişlerinin payı gibi (azaptan) bir payları vardır! O halde acele etmesinler!
E. Hamdi Yazır: Şüphsiz ki, zulmedenlerin geçmiş arkadaşlarının payı gibi, dolgun bir azab payı vardır. Ama şimdi onu acele istemesinler.
Zâriyât Suresi / 60
فَوَيْلٌ لِلَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ يَوْمِهِمُ الَّذِي يُوعَدُونَ
Diyanet: Uyarıldıkları günlerinden dolayı vay o inkâr edenlerin hâline!
Diyanet Vakfı: Başlarına gelecek (acı) günlerinden dolayı vay o kâfirlerin haline!
E. Hamdi Yazır: Kendilerine vaad edilen günlerinde uğrayacakaları azabdan dolayı vay inkâr edenlerin haline!.