Ayetel Kürsi

Ayetel Kürsi hakkında Hadisi Şerif; "Yatağa girdin mi Ayetel Kürsi'yi sonuna kadar oku. Bunu yaparsan Allah senin üzerine muhafız bir melek diker, sabah oluncaya kadar sana şeytan yaklaşamaz."

 

Kamer Suresi Diyanet Vakfı Meali (Kamer Sûresî)

اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ. (١)

1-) Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.

وَإِنْ يَرَوْا آيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ. (٢)

2-) Onlar bir mucize görürlerse hemen yüz çevirirler ve: Eskiden beri devam edegelen bir büyüdür, derler.

وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ وَكُلُّ أَمْرٍ مُسْتَقِرٌّ. (٣)

3-) Yalanladılar ve kendi heveslerine uydular. Halbuki her işin ulaşacağı yeri vardır.

وَلَقَدْ جَاءَهُمْ مِنَ الْأَنْبَاءِ مَا فِيهِ مُزْدَجَرٌ. (٤)

4-) Andolsun onlara, kötülükten önleyecek nice önemli haberler gelmiştir.

حِكْمَةٌ بَالِغَةٌ فَمَا تُغْنِ النُّذُرُ. (٥)

5-) Bu büyük bir hikmettir. Fakat (yüz çevirene) uyarılar ne fayda verir!

فَتَوَلَّ عَنْهُمْ يَوْمَ يَدْعُ الدَّاعِ إِلَى شَيْءٍ نُكُرٍ. (٦)

6-) Çağıranın görülmemiş bir şeye çağırdığı gün, sen de onlardan yüz çevir.

خُشَّعًا أَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ كَأَنَّهُمْ جَرَادٌ مُنْتَشِرٌ. (٧)

7-) Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan (utançtan yere bakar) bir halde kabirlerden çıkarlar.

مُهْطِعِينَ إِلَى الدَّاعِ يَقُولُ الْكَافِرُونَ هَذَا يَوْمٌ عَسِرٌ. (٨)

8-) Dâvetçiye koşarlarken o esnada kâfirler: Bu, çok çetin bir gündür! derler.

كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ فَكَذَّبُوا عَبْدَنَا وَقَالُوا مَجْنُونٌ وَازْدُجِرَ. (٩)

9-) Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanladı, hem de kulumuzun yalancı olduğunda ısrar ederek: O, delirdi, dediler. Ve (Nuh, davetten vazgeçmeye) zorlandı.

فَدَعَا رَبَّهُ أَنِّي مَغْلُوبٌ فَانْتَصِرْ. (١٠)

10-) Bunun üzerine, Rabbine: Ben yenik düştüm, bana yardım et! diyerek yalvardı.

فَفَتَحْنَا أَبْوَابَ السَّمَاءِ بِمَاءٍ مُنْهَمِرٍ. (١١)

11-) Biz de derhal nehir gibi devamlı akan bir su ile göğün kapılarını açtık.

وَفَجَّرْنَا الْأَرْضَ عُيُونًا فَالْتَقَى الْمَاءُ عَلَى أَمْرٍ قَدْ قُدِرَ. (١٢)

12-) Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. (Her iki) su, takdir edilmiş bir işin olması için birleşmişti.

وَحَمَلْنَاهُ عَلَى ذَاتِ أَلْوَاحٍ وَدُسُرٍ. (١٣)

13-) Nuh'u da tahtalardan yapılmış, çivilerle çakılmış gemiye bindirdik.

تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا جَزَاءً لِمَنْ كَانَ كُفِرَ. (١٤)

14-) İnkâr edilmiş olana (Nuh'a) bir mükâfat olmak üzere gemi, gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.

وَلَقَدْ تَرَكْنَاهَا آيَةً فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ. (١٥)

15-) Andolsun ki onu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur?

فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ. (١٦)

16-) Benim azabım ve uyarılarım nasılmış!

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ. (١٧)

17-) Andolsun biz Kur'an'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. (Ondan) öğüt alan yok mu?

كَذَّبَتْ عَادٌ فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ. (١٨)

18-) Ad kavmi (Peygamberleri Hûd'u) yalanladı da azabım ve tehdidim nasılmış (gördüler).

إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا صَرْصَرًا فِي يَوْمِ نَحْسٍ مُسْتَمِرٍّ. (١٩)

19-) Biz onların üstüne, uğursuzluğu devamlı bir günde dondurucu bir rüzgâr gönderdik.

تَنْزِعُ النَّاسَ كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ مُنْقَعِرٍ. (٢٠)

20-) O rüzgâr, insanları, sökülmüş hurma kütükleri gibi yere seriyordu.

فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ. (٢١)

21-) Nasılmış benim azabım ve uyarılarım!

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ. (٢٢)

22-) Andolsun biz Kur'an'ı düşünüp öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu?

كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِالنُّذُرِ. (٢٣)

23-) Semûd kavmi de uyarıcıları yalanladı.

فَقَالُوا أَبَشَرًا مِنَّا وَاحِدًا نَتَّبِعُهُ إِنَّا إِذًا لَفِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ. (٢٤)

24-) "Aramızdan bir beşere mi uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık etmiş oluruz" dediler.

أَأُلْقِيَ الذِّكْرُ عَلَيْهِ مِنْ بَيْنِنَا بَلْ هُوَ كَذَّابٌ أَشِرٌ. (٢٥)

25-) "Vahiy, aramızda ona mı verildi? Hayır o, yalancı ve şımarığın biridir" (dediler.)

سَيَعْلَمُونَ غَدًا مَنِ الْكَذَّابُ الْأَشِرُ. (٢٦)

26-) Yarın onlar, yalancı ve şımarığın kim olduğunu bileceklerdir.

إِنَّا مُرْسِلُو النَّاقَةِ فِتْنَةً لَهُمْ فَارْتَقِبْهُمْ وَاصْطَبِرْ. (٢٧)

27-) Gerçekten onları imtihan etmek için dişi deveyi gönderen biziz. Sen onları gözetle ve sabret.

وَنَبِّئْهُمْ أَنَّ الْمَاءَ قِسْمَةٌ بَيْنَهُمْ كُلُّ شِرْبٍ مُحْتَضَرٌ. (٢٨)

28-) Onlara, suyun aralarında paylaştırıldığını haber ver. Her biri kendi içme sırasında gelsin.

فَنَادَوْا صَاحِبَهُمْ فَتَعَاطَى فَعَقَرَ. (٢٩)

29-) Arkadaşlarını çağırdılar, o da (bundan cür'et alarak) kılıcını kaptı ve deveyi kesti.

فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ. (٣٠)

30-) (Bu azgınlara) azabım ve uyarılarım nasıl oldu!

إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَكَانُوا كَهَشِيمِ الْمُحْتَظِرِ. (٣١)

31-) Biz onların üzerlerine korkunç bir ses gönderdik. Hemen hayvan ağılına konan kuru ot gibi oluverdiler.

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ. (٣٢)

32-) Andolsun biz Kur'an'ı, anlaşılıp öğüt alınması için kolaylaştırdık. O halde düşünüp öğüt alan yok mu?

كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ بِالنُّذُرِ. (٣٣)

33-) Lût'un kavmi de uyarıcı peygamberleri yalanladı.

إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ حَاصِبًا إِلَّا آلَ لُوطٍ نَجَّيْنَاهُمْ بِسَحَرٍ. (٣٤)

34-) Biz de üstlerine taş (yağdıran bir fırtına) gönderdik. Ancak Lût ailesini seher vakti kurtardık.

نِعْمَةً مِنْ عِنْدِنَا كَذَلِكَ نَجْزِي مَنْ شَكَرَ. (٣٥)

35-) Katımızdan bir nimet olarak. Biz şükredeni işte böyle mükâfatlandırırız.

وَلَقَدْ أَنْذَرَهُمْ بَطْشَتَنَا فَتَمَارَوْا بِالنُّذُرِ. (٣٦)

36-) Andolsun ki, Lût onları bizim şiddetli azabımızla uyardı. Fakat onlar bu tehditleri kuşkuyla karşıladılar.

وَلَقَدْ رَاوَدُوهُ عَنْ ضَيْفِهِ فَطَمَسْنَا أَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ. (٣٧)

37-) Onlar Lût'un misafirlerine karşı kötülük yapmayı planlamışlardı. Hemen biz onların gözlerini silme kör ettik. "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" (dedik).

وَلَقَدْ صَبَّحَهُمْ بُكْرَةً عَذَابٌ مُسْتَقِرٌّ. (٣٨)

38-) Bir sabah kendilerine, yakalarını bir daha bırakmayacak olan bir azap gelip çattı.

فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ. (٣٩)

39-) İşte azabımı ve uyanlarımı tadın! (denildi).

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ. (٤٠)

40-) Andolsun biz Kur'an'ı, öğüt almak için kolaylaştırdık. O halde düşünüp ibret alan yok mu?

وَلَقَدْ جَاءَ آلَ فِرْعَوْنَ النُّذُرُ. (٤١)

41-) Şüphesiz Firavun'un kavmine de uyarıcılar gelmişti.

كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كُلِّهَا فَأَخَذْنَاهُمْ أَخْذَ عَزِيزٍ مُقْتَدِرٍ. (٤٢)

42-) Lâkin onlar bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları güç ve kudretimize lâyık bir şekilde yakaladık.

أَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌ مِنْ أُولَئِكُمْ أَمْ لَكُمْ بَرَاءَةٌ فِي الزُّبُرِ. (٤٣)

43-) Şimdi sizin kâfirleriniz, onlardan daha mı iyidirler? Yoksa kitaplarda sizin için bir berât mı var?

أَمْ يَقُولُونَ نَحْنُ جَمِيعٌ مُنْتَصِرٌ. (٤٤)

44-) Yoksa "Biz, intikam almağa gücü yeten bir topluluğuz" mu diyorlar?

سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ الدُّبُرَ. (٤٥)

45-) O topluluk yakında bozulacak ve onlar arkalarını dönüp kaçacaklardır.

بَلِ السَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَالسَّاعَةُ أَدْهَى وَأَمَرُّ. (٤٦)

46-) Bilakis kıyamet onlara vâdedilen asıl saattir ve o saat daha belâlı ve daha acıdır.

إِنَّ الْمُجْرِمِينَ فِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ. (٤٧)

47-) Şüphesiz suçlular sapıklık ve çılgınlık içindedirler.

يَوْمَ يُسْحَبُونَ فِي النَّارِ عَلَى وُجُوهِهِمْ ذُوقُوا مَسَّ سَقَرَ. (٤٨)

48-) O gün yüzüstü ateşe sürüklendiklerinde "Cehennemin elemini tadın!" denir.

إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ. (٤٩)

49-) Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık.

وَمَا أَمْرُنَا إِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَرِ. (٥٠)

50-) Bizim buyruğumuz, bir anlık bakış gibi, bir tek sözden başka bir şey değildir.

وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا أَشْيَاعَكُمْ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ. (٥١)

51-) Andolsun biz, sizin benzerlerinizi hep helâk ettik. Düşünüp ibret alan yok mu?

وَكُلُّ شَيْءٍ فَعَلُوهُ فِي الزُّبُرِ. (٥٢)

52-) Yaptıkları her şey kitaplarda (amel defterlerinde) mevcuttur.

وَكُلُّ صَغِيرٍ وَكَبِيرٍ مُسْتَطَرٌ. (٥٣)

53-) Küçük büyük her şey satır satır yazılmıştır.

إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَنَهَرٍ. (٥٤)

54-) Takvâ sahipleri cennetlerde ve ırmakların kenarlarındadır.

فِي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَلِيكٍ مُقْتَدِرٍ. (٥٥)

55-) Güçlü ve Yüce Allah'ın huzurunda hak meclisindedirler.

Diğer Sitelerimiz



Arapça Latin harf Arapça okumada zorluk çekenlere kolaylık olması açısından konulmuştur. En kısa zamanda ses dosyaları da eklenecektir.

İletişim