Ayetel Kürsi

Ayetel Kürsi hakkında Hadisi Şerif; "Yatağa girdin mi Ayetel Kürsi'yi sonuna kadar oku. Bunu yaparsan Allah senin üzerine muhafız bir melek diker, sabah oluncaya kadar sana şeytan yaklaşamaz."

 

Kamer Suresi (Kamer Sûresî) okunuşu ve anlamı

اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ (١)

1-)

Diyanet: Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.

Diyanet Vakfı: Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.

E. Hamdi Yazır: Kıyamet saati yaklaştı, Ay yarıldı.

وَإِنْ يَرَوْا آيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ (٢)

2-)

Diyanet: Onlar bir mucize görseler yüz çevirirler ve "Süregelen bir sihirdir" derler.

Diyanet Vakfı: Onlar bir mucize görürlerse hemen yüz çevirirler ve: Eskiden beri devam edegelen bir büyüdür, derler.

E. Hamdi Yazır: Bir mucize görseler hemen yüz çevirirler ve "süregelen bir büyüdür" derler.

وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ وَكُلُّ أَمْرٍ مُسْتَقِرٌّ (٣)

3-)

Diyanet: Peygamberi yalanladılar, nefislerinin arzularına uydular. Hâlbuki her iş, (Allah nasıl takdir ettiyse öylece) gerçekleşecek (değişmeyecek)tir.

Diyanet Vakfı: Yalanladılar ve kendi heveslerine uydular. Halbuki her işin ulaşacağı yeri vardır.

E. Hamdi Yazır: Yalanladılar, nefislerinin arzularına uydular. Halbuki her iş yerini bulacaktır.

وَلَقَدْ جَاءَهُمْ مِنَ الْأَنْبَاءِ مَا فِيهِ مُزْدَجَرٌ (٤)

4-)

Diyanet: Andolsun, onlara içinde caydırıcı tehditlerin bulunduğu haberler geldi.

Diyanet Vakfı: Andolsun onlara, kötülükten önleyecek nice önemli haberler gelmiştir.

E. Hamdi Yazır: Andolsun ki onlara (kötülükten) vazgeçirecek nice önemli haberler gelmiştir.

حِكْمَةٌ بَالِغَةٌ فَمَا تُغْنِ النُّذُرُ (٥)

5-)

Diyanet: Bu haberler, zirveye ulaşmış birer hikmettir! Fakat uyarılar fayda vermiyor!

Diyanet Vakfı: Bu büyük bir hikmettir. Fakat (yüz çevirene) uyarılar ne fayda verir!

E. Hamdi Yazır: Bunlar üstün bir hikmettir fakat uyarılar fayda vermiyor.

فَتَوَلَّ عَنْهُمْ يَوْمَ يَدْعُ الدَّاعِ إِلَى شَيْءٍ نُكُرٍ (٦)

6-)

Diyanet: O hâlde sen de onlardan yüz çevir. Onlar, o davetçinin (İsrafil'in benzeri görülmemiş) bilinmedik (korkunç) bir şeye çağırdığı gün, gözleri düşmüş bir hâlde dağılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkarlar.

Diyanet Vakfı: Çağıranın görülmemiş bir şeye çağırdığı gün, sen de onlardan yüz çevir.

E. Hamdi Yazır: Sen de onlardan yüz çevir ki, o gün çağırıcı, görülmedik müthiş bir şeye çağırır.

خُشَّعًا أَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ كَأَنَّهُمْ جَرَادٌ مُنْتَشِرٌ (٧)

7-)

Diyanet: O hâlde sen de onlardan yüz çevir. Onlar, o davetçinin (İsrafil'in benzeri görülmemiş) bilinmedik (korkunç) bir şeye çağırdığı gün, gözleri düşmüş bir hâlde dağılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkarlar.

Diyanet Vakfı: Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan (utançtan yere bakar) bir halde kabirlerden çıkarlar.

E. Hamdi Yazır: Gözleri düşkün düşkün (zelil ve hakir) kabirlerinden çıkarlar, sanki yayılan çekirgeler gibidirler.

مُهْطِعِينَ إِلَى الدَّاعِ يَقُولُ الْكَافِرُونَ هَذَا يَوْمٌ عَسِرٌ (٨)

8-)

Diyanet: Davetçiye doğru koşarlarken kâfirler, "Bu zor bir gün" derler.

Diyanet Vakfı: Dâvetçiye koşarlarken o esnada kâfirler: Bu, çok çetin bir gündür! derler.

E. Hamdi Yazır: O çağırana koşarak, kâfirler: "Bu çetin bir gündür." derler.

كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ فَكَذَّبُوا عَبْدَنَا وَقَالُوا مَجْنُونٌ وَازْدُجِرَ (٩)

9-)

Diyanet: Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanlamıştı. Onlar kulumuzu yalanlayıp "Bu bir delidir" dediler ve kulumuz (tebliğ görevinden) alıkonuldu.

Diyanet Vakfı: Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanladı, hem de kulumuzun yalancı olduğunda ısrar ederek: O, delirdi, dediler. Ve (Nuh, davetten vazgeçmeye) zorlandı.

E. Hamdi Yazır: Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanlamıştı. Kulumuzu yalanladılar ve: "Cinlenmiştir." dediler. Ve (Nuh davetten vazgeçmeye) zorlandı.

فَدَعَا رَبَّهُ أَنِّي مَغْلُوبٌ فَانْتَصِرْ (١٠)

10-)

Diyanet: O da Rabbine, "Ey Rabbim! Ben yenilgiye uğradım, yardım et" diye dua etti.

Diyanet Vakfı: Bunun üzerine, Rabbine: Ben yenik düştüm, bana yardım et! diyerek yalvardı.

E. Hamdi Yazır: Bunun üzerine Rabbine: "Ben yenik düştüm, bana yardım et!" diyerek yalvardı.

فَفَتَحْنَا أَبْوَابَ السَّمَاءِ بِمَاءٍ مُنْهَمِرٍ (١١)

11-)

Diyanet: Biz de göğün kapılarını dökülürcesine yağan bir yağmurla açtık.

Diyanet Vakfı: Biz de derhal nehir gibi devamlı akan bir su ile göğün kapılarını açtık.

E. Hamdi Yazır: Biz de boşalan bir su ile göğün kapılarını açtık.

وَفَجَّرْنَا الْأَرْضَ عُيُونًا فَالْتَقَى الْمَاءُ عَلَى أَمْرٍ قَدْ قُدِرَ (١٢)

12-)

Diyanet: Yeryüzünü pınar pınar fışkırttık. Derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti.

Diyanet Vakfı: Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. (Her iki) su, takdir edilmiş bir işin olması için birleşmişti.

E. Hamdi Yazır: Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık, derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti.

وَحَمَلْنَاهُ عَلَى ذَاتِ أَلْوَاحٍ وَدُسُرٍ (١٣)

13-)

Diyanet: Biz Nûh'u çivilerle perçinli levhalardan oluşan gemiye bindirdik.

Diyanet Vakfı: Nuh'u da tahtalardan yapılmış, çivilerle çakılmış gemiye bindirdik.

E. Hamdi Yazır: Nuh'u da tahtalardan yapılmış, çivilerle (çakılmış gemi) üzerinde taşıdık.

تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا جَزَاءً لِمَنْ كَانَ كُفِرَ (١٤)

14-)

Diyanet: Gemi, inkâr edilen kimseye (Nuh'a) bir mükâfat olarak gözetimimiz altında yüzüyordu.

Diyanet Vakfı: İnkâr edilmiş olana (Nuh'a) bir mükâfat olmak üzere gemi, gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.

E. Hamdi Yazır: Nankörlük edilen (kulumuz)e bir mükafat olmak üzere (gemi), gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.

وَلَقَدْ تَرَكْنَاهَا آيَةً فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ (١٥)

15-)

Diyanet: Andolsun, biz onu (tufan olayını) bir ibret olarak bıraktık. Var mı düşünüp öğüt alan?

Diyanet Vakfı: Andolsun ki onu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur?

E. Hamdi Yazır: Bunu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur?

فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ (١٦)

16-)

Diyanet: Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (gördüler)!

Diyanet Vakfı: Benim azabım ve uyarılarım nasılmış!

E. Hamdi Yazır: Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (görsünler)

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ (١٧)

17-)

Diyanet: Andolsun biz, Kur'an'ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?

Diyanet Vakfı: Andolsun biz Kur'an'ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. (Ondan) öğüt alan yok mu?

E. Hamdi Yazır: Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?

كَذَّبَتْ عَادٌ فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ (١٨)

18-)

Diyanet: Âd kavmi de (Hûd'u) yalanladı. Azabım ve uyarılarım nasılmış!

Diyanet Vakfı: Ad kavmi (Peygamberleri Hûd'u) yalanladı da azabım ve tehdidim nasılmış (gördüler).

E. Hamdi Yazır: Âd (kavmi) da yalanladı, azabım ve uyarılarım nasıl oldu?

إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا صَرْصَرًا فِي يَوْمِ نَحْسٍ مُسْتَمِرٍّ (١٩)

19-)

Diyanet: Biz onların üstüne, uğursuzluğu sürekli bir günde gürültülü ve dondurucu bir rüzgâr gönderdik.

Diyanet Vakfı: Biz onların üstüne, uğursuzluğu devamlı bir günde dondurucu bir rüzgâr gönderdik.

E. Hamdi Yazır: Biz onların üstüne, uğursuzluğu devam eden bir günde dondurucu bir rüzgar gönderdik.

تَنْزِعُ النَّاسَ كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ مُنْقَعِرٍ (٢٠)

20-)

Diyanet: İnsanları köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi kaldırıp atıyordu.

Diyanet Vakfı: O rüzgâr, insanları, sökülmüş hurma kütükleri gibi yere seriyordu.

E. Hamdi Yazır: (O rüzgar) insanları, sökülmüş hurma kütükleri gibi yere seriyordu.

فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ (٢١)

21-)

Diyanet: Azabım ve uyarılarım nasılmış, (gördüler)!

Diyanet Vakfı: Nasılmış benim azabım ve uyarılarım!

E. Hamdi Yazır: Nasılmış benim azabım ve uyarım?

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ (٢٢)

22-)

Diyanet: Andolsun biz, Kur'an'ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?

Diyanet Vakfı: Andolsun biz Kur'an'ı düşünüp öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu?

E. Hamdi Yazır: Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?

كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِالنُّذُرِ (٢٣)

23-)

Diyanet: Semûd kavmi de uyarıcıları yalanlamış ve şöyle demişlerdi: "İçimizden bir insana mı uyacağız? (Asıl) o takdirde biz apaçık bir sapıklık ve delilik içine düşmüş oluruz."

Diyanet Vakfı: Semûd kavmi de uyarıcıları yalanladı.

E. Hamdi Yazır: Semûd da o uyarıları yalanladılar.

فَقَالُوا أَبَشَرًا مِنَّا وَاحِدًا نَتَّبِعُهُ إِنَّا إِذًا لَفِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ (٢٤)

24-)

Diyanet: Semûd kavmi de uyarıcıları yalanlamış ve şöyle demişlerdi: "İçimizden bir insana mı uyacağız? (Asıl) o takdirde biz apaçık bir sapıklık ve delilik içine düşmüş oluruz."

Diyanet Vakfı: "Aramızdan bir beşere mi uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık etmiş oluruz" dediler.

E. Hamdi Yazır: "Bizden bir insana mı uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık içine düşmüş oluruz." dediler.

أَأُلْقِيَ الذِّكْرُ عَلَيْهِ مِنْ بَيْنِنَا بَلْ هُوَ كَذَّابٌ أَشِرٌ (٢٥)

25-)

Diyanet: "Bizim aramızdan vahiy ona mı verildi? Hayır o, yalancının, şımarığın biridir."

Diyanet Vakfı: "Vahiy, aramızda ona mı verildi? Hayır o, yalancı ve şımarığın biridir" (dediler.)

E. Hamdi Yazır: "Zikir, aramızdan ona mı bırakıldı? Hayır o, yalancı, küstahın biridir" (dediler).

سَيَعْلَمُونَ غَدًا مَنِ الْكَذَّابُ الْأَشِرُ (٢٦)

26-)

Diyanet: Onlar yarın bilecekler: Kimmiş yalancı, kimmiş şımarık!

Diyanet Vakfı: Yarın onlar, yalancı ve şımarığın kim olduğunu bileceklerdir.

E. Hamdi Yazır: Yarın onlar, yalancı, küstahın kim olduğunu bilecekler.

إِنَّا مُرْسِلُو النَّاقَةِ فِتْنَةً لَهُمْ فَارْتَقِبْهُمْ وَاصْطَبِرْ (٢٧)

27-)

Diyanet: (Salih'e şöyle demiştik:) "Şüphesiz biz, onlara bir imtihan olmak üzere, o dişi deveyi göndereceğiz. Şimdi onları gözetle ve sabret."

Diyanet Vakfı: Gerçekten onları imtihan etmek için dişi deveyi gönderen biziz. Sen onları gözetle ve sabret.

E. Hamdi Yazır: Biz onlara, kendilerini imtihan etmek için dişi deveyi göndereceğiz. Onun için sen onları gözet ve sabırlı ol.

وَنَبِّئْهُمْ أَنَّ الْمَاءَ قِسْمَةٌ بَيْنَهُمْ كُلُّ شِرْبٍ مُحْتَضَرٌ (٢٨)

28-)

Diyanet: "Onlara, suyun (deve ile) kendileri arasında (nöbetleşe) paylaştırıldığını, bildir. Her su nöbetinde sahibi hazır bulunsun."

Diyanet Vakfı: Onlara, suyun aralarında paylaştırıldığını haber ver. Her biri kendi içme sırasında gelsin.

E. Hamdi Yazır: Onlara suyun aralarında paylaştırılacağını haber ver; her içene düşen miktar, hazır kılınmıştır.

فَنَادَوْا صَاحِبَهُمْ فَتَعَاطَى فَعَقَرَ (٢٩)

29-)

Diyanet: Derken, (kavmin en azgını olan) arkadaşlarını çağırdılar. O da işe koyuldu ve deveyi kesti.

Diyanet Vakfı: Arkadaşlarını çağırdılar, o da (bundan cür'et alarak) kılıcını kaptı ve deveyi kesti.

E. Hamdi Yazır: Bunun üzerine arkadaşlarına bağırdılar. O da (bıçağı) çekerek (deveyi) kesti.

فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ (٣٠)

30-)

Diyanet: Fakat azabım ve uyarılarım nasılmış!

Diyanet Vakfı: (Bu azgınlara) azabım ve uyarılarım nasıl oldu!

E. Hamdi Yazır: Ama azabım ve uyarılarım nasıl oldu.

إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَكَانُوا كَهَشِيمِ الْمُحْتَظِرِ (٣١)

31-)

Diyanet: Şüphesiz biz, onların üzerine tek bir korkunç ses gönderdik de, onlar, ağıldaki hayvanların çiğneyip ufaladıkları kuru çöpler gibi oldular.

Diyanet Vakfı: Biz onların üzerlerine korkunç bir ses gönderdik. Hemen hayvan ağılına konan kuru ot gibi oluverdiler.

E. Hamdi Yazır: Biz onların üzerine tek sayha (korkunç bir ses) gönderdik; ağılcının topladığı çalı çırpı kırıntıları gibi kırılıp dökülüverdiler.

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ (٣٢)

32-)

Diyanet: Andolsun biz, Kur'an'ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?

Diyanet Vakfı: Andolsun biz Kur'an'ı, anlaşılıp öğüt alınması için kolaylaştırdık. O halde düşünüp öğüt alan yok mu?

E. Hamdi Yazır: Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?

كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ بِالنُّذُرِ (٣٣)

33-)

Diyanet: Lût kavmi de uyarıcıları yalanladı.

Diyanet Vakfı: Lût'un kavmi de uyarıcı peygamberleri yalanladı.

E. Hamdi Yazır: Lût kavmi de uyarıları yalanladı.

إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ حَاصِبًا إِلَّا آلَ لُوطٍ نَجَّيْنَاهُمْ بِسَحَرٍ (٣٤)

34-)

Diyanet: Şüphesiz biz de üzerlerine taşlar savuran bir rüzgâr gönderdik. Yalnız Lût'un ailesi başka. Katımızdan bir nimet olarak bir seher vakti onları kurtardık. Şükredenleri işte böyle mükâfatlandırırız.

Diyanet Vakfı: Biz de üstlerine taş (yağdıran bir fırtına) gönderdik. Ancak Lût ailesini seher vakti kurtardık.

E. Hamdi Yazır: Biz de onların üzerlerine (taşlar savuran) bir fırtına gönderdik. Yalnız Lût ailesini seher vakti kurtardık,

نِعْمَةً مِنْ عِنْدِنَا كَذَلِكَ نَجْزِي مَنْ شَكَرَ (٣٥)

35-)

Diyanet: Şüphesiz biz de üzerlerine taşlar savuran bir rüzgâr gönderdik. Yalnız Lût'un ailesi başka. Katımızdan bir nimet olarak bir seher vakti onları kurtardık. Şükredenleri işte böyle mükâfatlandırırız.

Diyanet Vakfı: Katımızdan bir nimet olarak. Biz şükredeni işte böyle mükâfatlandırırız.

E. Hamdi Yazır: Katımızdan bir nimet olarak. Biz şükredeni böyle mükafatlandırırız.

وَلَقَدْ أَنْذَرَهُمْ بَطْشَتَنَا فَتَمَارَوْا بِالنُّذُرِ (٣٦)

36-)

Diyanet: Andolsun, Lût onları bizim şiddetli azabımızla uyardı. Fakat onlar bu uyarıları kuşkuyla karşıladılar.

Diyanet Vakfı: Andolsun ki, Lût onları bizim şiddetli azabımızla uyardı. Fakat onlar bu tehditleri kuşkuyla karşıladılar.

E. Hamdi Yazır: (Lût), onları bizim yakalamamıza karşı uyarmıştı. Fakat ikazlara karşı kuşku duydular,

وَلَقَدْ رَاوَدُوهُ عَنْ ضَيْفِهِ فَطَمَسْنَا أَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ (٣٧)

37-)

Diyanet: Andolsun, onlar onun (meleklerden olan) misafirlerinden nefislerindeki kötü arzuları tatmin etmek istediler. Biz de onların gözlerini silme kör ettik. "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" dedik.

Diyanet Vakfı: Onlar Lût'un misafirlerine karşı kötülük yapmayı planlamışlardı. Hemen biz onların gözlerini silme kör ettik. "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" (dedik).

E. Hamdi Yazır: Onun konuklarından murad almaya kalkıştılar. Biz de gözlerini siliverdik. "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" (dedik).

وَلَقَدْ صَبَّحَهُمْ بُكْرَةً عَذَابٌ مُسْتَقِرٌّ (٣٨)

38-)

Diyanet: Andolsun, onlara sabahleyin erkenden kalıcı bir azap geldi.

Diyanet Vakfı: Bir sabah kendilerine, yakalarını bir daha bırakmayacak olan bir azap gelip çattı.

E. Hamdi Yazır: Sabah erken, onları kararlı bir azab yakaladı.

فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ (٣٩)

39-)

Diyanet: "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" dedik.

Diyanet Vakfı: İşte azabımı ve uyanlarımı tadın! (denildi).

E. Hamdi Yazır: "Azabımı ve uyarılarımı tadın!" (dedik).

وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ (٤٠)

40-)

Diyanet: Andolsun, biz Kur'an'ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?

Diyanet Vakfı: Andolsun biz Kur'an'ı, öğüt almak için kolaylaştırdık. O halde düşünüp ibret alan yok mu?

E. Hamdi Yazır: Andolsun biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?

وَلَقَدْ جَاءَ آلَ فِرْعَوْنَ النُّذُرُ (٤١)

41-)

Diyanet: Andolsun, Firavun'un ailesine de uyarıcılar gelmişti.

Diyanet Vakfı: Şüphesiz Firavun'un kavmine de uyarıcılar gelmişti.

E. Hamdi Yazır: Şüphesiz Firavun ailesine de uyarıcı peygamberler geldi.

كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كُلِّهَا فَأَخَذْنَاهُمْ أَخْذَ عَزِيزٍ مُقْتَدِرٍ (٤٢)

42-)

Diyanet: Bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları mutlak güç ve iktidar sahibinin yakalaması gibi yakaladık.

Diyanet Vakfı: Lâkin onlar bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları güç ve kudretimize lâyık bir şekilde yakaladık.

E. Hamdi Yazır: Lakin onlar bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları çok kuvvetli ve kudretli bir yakalayışla yakaladık. Bu kıssalardan hisseye gelince;

أَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌ مِنْ أُولَئِكُمْ أَمْ لَكُمْ بَرَاءَةٌ فِي الزُّبُرِ (٤٣)

43-)

Diyanet: (Ey Mekkeliler!) Sizin kâfirleriniz onlardan daha mı hayırlı? Yoksa sizin için kitaplarda bir berat mı var?

Diyanet Vakfı: Şimdi sizin kâfirleriniz, onlardan daha mı iyidirler? Yoksa kitaplarda sizin için bir berât mı var?

E. Hamdi Yazır: Şimdi sizin kâfirleriniz, onlardan hayırlı mı? Yoksa kitaplarda sizin için bir beraet mi var?

أَمْ يَقُولُونَ نَحْنُ جَمِيعٌ مُنْتَصِرٌ (٤٤)

44-)

Diyanet: Yoksa onlar, "Biz yardımlaşan (güçlü) bir topluluğuz" mu diyorlar?

Diyanet Vakfı: Yoksa "Biz, intikam almağa gücü yeten bir topluluğuz" mu diyorlar?

E. Hamdi Yazır: Yoksa "Biz birbirimize yardım eden bir topluluğuz." mu diyorlar?

سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ الدُّبُرَ (٤٥)

45-)

Diyanet: O topluluk yakında (Bedir'de) bozguna uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır.

Diyanet Vakfı: O topluluk yakında bozulacak ve onlar arkalarını dönüp kaçacaklardır.

E. Hamdi Yazır: Her halde o topluluk bozulacak ve geriye dönüp kaçacaklardır.

بَلِ السَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَالسَّاعَةُ أَدْهَى وَأَمَرُّ (٤٦)

46-)

Diyanet: Hayır, kıyamet, onların (görecekleri asıl azabın) vaktidir. Kıyamet (azabı) ise daha müthiş ve daha acıdır.

Diyanet Vakfı: Bilakis kıyamet onlara vâdedilen asıl saattir ve o saat daha belâlı ve daha acıdır.

E. Hamdi Yazır: Bilakis kıyamet onlara vaad edilen asıl saattir. Saat cidden çok feci ve acıdır.

إِنَّ الْمُجْرِمِينَ فِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ (٤٧)

47-)

Diyanet: Şüphesiz suçlular (müşrikler) sapıklık ve ateşler içindedirler.

Diyanet Vakfı: Şüphesiz suçlular sapıklık ve çılgınlık içindedirler.

E. Hamdi Yazır: Muhakkak ki suçlular sapıklık ve çılgınlık içindedirler.

يَوْمَ يُسْحَبُونَ فِي النَّارِ عَلَى وُجُوهِهِمْ ذُوقُوا مَسَّ سَقَرَ (٤٨)

48-)

Diyanet: Yüzüstü ateşe sürüklendikleri gün kendilerine, "Cehennemin dokunuşunu tadın!" denecek.

Diyanet Vakfı: O gün yüzüstü ateşe sürüklendiklerinde "Cehennemin elemini tadın!" denir.

E. Hamdi Yazır: O gün yüzleri üstü ateşte sürüklenecekler, "Cehennemin dokunuşunu tadın!" (denilecek).

إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ (٤٩)

49-)

Diyanet: Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.

Diyanet Vakfı: Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık.

E. Hamdi Yazır: Haberiniz olsun ki, biz her şeyi bir kadere göre yarattık.

وَمَا أَمْرُنَا إِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَرِ (٥٠)

50-)

Diyanet: Emrimiz ancak bir tek emirdir. Göz kırpması gibidir. (Anında gerçekleşir.)

Diyanet Vakfı: Bizim buyruğumuz, bir anlık bakış gibi, bir tek sözden başka bir şey değildir.

E. Hamdi Yazır: Buyruğumuz yalnız bir tekdir, göz açıp yumma gibidir.

وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا أَشْيَاعَكُمْ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ (٥١)

51-)

Diyanet: Andolsun, biz sizin gibileri hep helâk ettik. Fakat var mı düşünüp öğüt alan?

Diyanet Vakfı: Andolsun biz, sizin benzerlerinizi hep helâk ettik. Düşünüp ibret alan yok mu?

E. Hamdi Yazır: Andolsun biz, sizin benzerlerinizi hep helak ettik. Öğüt alan yok mudur?

وَكُلُّ شَيْءٍ فَعَلُوهُ فِي الزُّبُرِ (٥٢)

52-)

Diyanet: İşledikleri her şey ise kitaplarda kayıtlıdır.

Diyanet Vakfı: Yaptıkları her şey kitaplarda (amel defterlerinde) mevcuttur.

E. Hamdi Yazır: İşledikleri her şey, kitaplarda mevcuttur.

وَكُلُّ صَغِيرٍ وَكَبِيرٍ مُسْتَطَرٌ (٥٣)

53-)

Diyanet: Küçük, büyük her şey satır satır yazılmıştır.

Diyanet Vakfı: Küçük büyük her şey satır satır yazılmıştır.

E. Hamdi Yazır: Küçük, büyük hepsi satır satır yazılmıştır.

إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَنَهَرٍ (٥٤)

54-)

Diyanet: Şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlar cennetlerde, ırmak başlarındadırlar.

Diyanet Vakfı: Takvâ sahipleri cennetlerde ve ırmakların kenarlarındadır.

E. Hamdi Yazır: Takva sahipleri cennetlerde, nur içindedirler.

فِي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَلِيكٍ مُقْتَدِرٍ (٥٥)

55-)

Diyanet: Muktedir bir hükümdarın katında, doğruluk meclisindedirler.

Diyanet Vakfı: Güçlü ve Yüce Allah'ın huzurunda hak meclisindedirler.

E. Hamdi Yazır: Güçlü padişahın huzurunda doğruluk koltuklarındadırlar.

Diğer Sitelerimiz



Arapça Latin harf Arapça okumada zorluk çekenlere kolaylık olması açısından konulmuştur. En kısa zamanda ses dosyaları da eklenecektir.

İletişim